Journal of Education and Research in Nursing
1. | Editorial Page II |
RESEARCH ARTICLE | |
2. | The Relation Between Anger Expression Styles and Caretaking Burden of Family Members of Cancer Patients and Affecting Factors Mükerrem Kabataş Yıldız, Mine Ekinci doi: 10.5222/HEAD.2017.176 Pages 176 - 184 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırma kanser hastalarına bakım veren aile üyelerinin bakım yükü ve öfke ifade tarzları arasındaki ilişkiyi ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tasarımda gerçekleştirilmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, Ocak 2013-Ocak 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini Erzurum Atatürk Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi ve Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi onkoloji kliniklerinde ayakta veya yatarak tedavi gören kanser hastalarına bakım veren toplam 250 hasta yakını oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, Tanıtıcı Bilgi Formu, Bakım Verme Yükü Ölçeği ve Sürekli Öfke ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği kullanılarak toplanılmıştır. Toplanan veriler bilgisayar ortamında frekans ve yüzdelik dağılımlar, bağımsız gruplarda t-testi, tek yönlü Varyans analizi, Mann Whitney U testi, Kruskal Wallis testi ve Pearson Korelasyon analizi ile değerlendirilmiştir. BULGULAR: Araştırmaya katılan bakım vericilerin çoğunun %37.6’ sının köyde yaşadığı, %53.2’sinin kadın, %30.8’inin ilkokul mezunu, %52’sinin geliri giderinden az ve %57.6’sının evli olduğu tespit edilmiştir. Bakım verenlerin algıladıkları bakım yükünün hafif düzeyde olduğu, ayrıca öfke dışta ve öfke içte düzeylerinin orta, öfke kontrol ve sürekli öfke seviyelerinin ise yüksek düzeyde olduğu bulunmuştur. Sürekli Öfke ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği’nin sürekli öfke, öfke içte ve öfke dışta alt boyut puan ortalamaları ile Bakım Verme Yükü Ölçeği’nin toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak pozitif yönde anlamlı bir ilişki; öfke kontrol alt boyut puan ortalaması ile Bakım Verme Yükü Ölçeği’ nin toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak negatif yönde anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bakım verenlerin demografik bulguları bakım verme yükü puanını etkilemektedir. Ayrıca bakım verenlerde öfke kontrolü sağlandıkça bakım verme yükü puanı olumlu yönde etkilenmektedir. INTRODUCTION: This research was carried out to determine the relation between caretaking burden and anger expression styles of the family members who were taking care of a cancer patient. METHODS: This research was carried out between January 2013 and January 2015 at Erzurum Atatürk University Research and Implementation Center and Region Education and Research Hospital Oncology Service Clinics comprised 250 patients’ relatives who accompanied a cancer patient being treated standing or in bed. The research data were gathered using the Explanatory Information Form, Caretaking Burden Scale, and Constant Anger and Anger Expression Style Scale. The accumulated data were evaluated with Unidirectional Variance analysis, Mann Whitney U Test, Kruskal Wallis test, and Pearson Correlation analysis. RESULTS: It was found that the research participants had a distribution of 37.6% living in villages, 53% female, 30% elementary school graduate, 52% with expenditures over income and 57% married. It was also found that the perceptional caretaking burden level was low, while the constant anger, external anger, and internal anger level was medium and the constant anger and anger management level was high. It was indicated that there was a statistically meaningful relationship between the subscale point average of the Constant Anger and Anger Expression Style Scale and the sum average of the Caretaking Burden Scale in a positive direction, while there was a statistically meaningful relationship between the anger management subscale average and the sum average of the Caretaking Burden Scale in a negative direction. DISCUSSION AND CONCLUSION: The demographic findings of the caregivers have shown an effect on the caretaking burden score. Also, as caretakers control anger, the caregiving burden score is affected positively. |
3. | An Investigation of Peer Bullying and Assertiveness Levels among School-Aged Children and Related Factors Sultan Ayaz Alkaya, Fatma Avşar doi: 10.5222/HEAD.2017.185 Pages 185 - 191 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırma okul çağı çocuklarının akran zorbalığı durumları ile atılganlık düzeylerini ve ilişkili faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tipte yapılmıştır. Araştırma örneklemine 5. ve 6. sınıflarda öğrenim gören ve gönüllü olan 1509 öğrenci alınmıştır. Verilerin toplanmasında anket formu, akran zorbalığı belirleme ölçeği ve atılganlık envanteri kullanılmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzdelik, ortalama, standart sapma, Mann Whitney U Testi, Kruskal Wallis H testi, korelasyon analizi kullanılmıştır. BULGULAR: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 11.4 ± 0.7 olup %56.2’si 6. sınıf, %53.4’ü erkek öğrencidir. Öğrencilerin %58.5’i okul başarısını; %84.6’sı okuldaki arkadaşları ile ilişkilerini, %69’u kardeşi ile, %94.3’ü anne-babası ile ilişkilerini iyi olarak belirtmiştir. Öğrencilerinin akran zorbalığı belirleme ölçeği kurban boyutu ortalama puanı 7.7 ± 10.1; zorba boyutu ortalama puanı 3.0 ± 6.4; Atılganlık Envanteri ortalama puanı 34.4 ± 7.3 olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin atılganlık düzeyi ile akran zorbalığı kurbanı ve zorba olma arasında negatif yönde anlamlı ilişki belirlenmiştir (sırasıyla r=0.229, p<0.05; r= 0.146, p<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Öğrencilerin zorbalık yapma ve zorbalığa maruz kalma durumlarının düşük, atılganlık düzeyinin iyi derecede olduğu; cinsiyet ve sosyal ilişkiler (arkadaş, kardeş, anne-baba) gibi faktörlerin öğrencilerin zorba ya da akran kurbanı olma durumlarını ve atılganlık düzeylerini etkilediği belirlenmiştir. Öğrencilerin atılganlık düzeyi yükseldikçe kurban ve zorba olma durumlarının azaldığı sonucuna varılmıştır. INTRODUCTION: The study was conducted to determine peer bullying and assertiveness levels of school-aged children and related factors. METHODS: This study was conducted in a descriptive and crosssectional design. The sample of the study comprised 1509 fifth- and sixth-grade students who agreed to participate in the study. Data were collected by means of a questionnaire, the Assertiveness Scale and the Multidimensional Peer-Victimization Scale. Data were analyzed with frequency, percentage, mean, standard deviation, Mann Whitney U test, Kruskal Wallis H test and correlational analysis. RESULTS: The mean age of the students participating in the study was 11.4±0.7; 53.4% of the students were boys and 56.2% of them were in grade six. About half of the students (58.5%) reported their success in school as good, and also reported peer relations at school (84.6%), relations with their siblings (69%), and relations with their parents (94.3%) as good. It was determined that the Peer Victimization Scale’s victim dimension mean score of the students was 7.7±10.1; the bullying dimension was 3.0±6.4, and the Assertiveness Scale’s mean score was 34.4±7.3. It was determined that there was a significant negative correlation between assertiveness level and being bullies and victims (r=0.229, p<0.05; r= 0.146, p<0.05, respectively). DISCUSSION AND CONCLUSION: It was determined that students’ being bullies or victims was low and the assertiveness level was good. Gender and social relationships (friends, siblings, parents) affected peer bullying and assertiveness. It was concluded that as the students’ levels of assertiveness increased, bullying conditions decreased. |
4. | Investigating the Individual Innovativeness Profiles and Barriers to Innovativeness in Undergraduate Nursing Students Nurcan Ertuğ, Haydar Kaya doi: 10.5222/HEAD.2017.192 Pages 192 - 197 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, hemşirelik öğrencilerinin bireysel yenilikçilik profilleri ile yenilikçiliğin önündeki engelleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı tipteki çalışmaya, Ankara’da iki üniversitede öğrenim gören 277 hemşirelik öğrencisi katılmıştır. Verilerin toplanmasında sosyodemografik veri toplama aracı, 20 maddelik bireysel yenilikçilik ölçeği ve 40 maddeli ve üç alt boyuta sahip olan yenilikçiliğin önündeki engeller anketinden yararlanılmıştır. İstatistiksel değerlendirmede ortalama, t-testi ve One-way ANOVA analizi kullanılmıştır. BULGULAR: Araştırma sonucunda hemşirelik öğrencilerinin bireysel yenilikçilik ortalama puanı ortalaması 63.92±10.061’dir. Bu puana dayalı olarak öğrenciler “düşük düzeyde yenilikçi” olarak değerlendirilmiştir. Yenilikçilik kategorileri açısından incelendiğinde ise öğrenciler “sorgulayıcı” kategorisinde yer almıştır. Kız öğrencilerin bireysel yenilikçilik puanları (64.36±9.911) erkek öğrencilerinkinden (60.59±10.728) yüksek bulunmuştur. Öğrencilere göre yenilikçiliğin önündeki en yüksek öncelikli engel “Yabancı dil yetersizliği nedeniyle güncel bilgiye etkili bir şekilde ulaşılamaması”dır. Yenilikçiliğin önündeki yüksek öncelikli engellerin çoğunlukla kurumsal kategoride yer aldığı bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Hemşirelik öğrencilerinin yenilikçilik düzeyi düşük bulunmuştur. Hemşirelik eğitimi verilen kurumlarda eğitim içeriğinin öğrencilerin yenilikçilik profilini artırıcı yönde gözden geçirilmesi ve bu konuda etkinlikler düzenlenmesi önerilmiştir. INTRODUCTION: This study was conducted to determine individual innovativeness profiles and the barriers to innovativeness in nursing students. METHODS: A total of 277 nursing students studying at two universities in Ankara, Turkey participated in this descriptive study. The data were collected using a socio-demographic data collection tool, the twentyitem Individual Innovativeness Scale, and the Barriers to Innovativeness questionnaire consisting of three dimensions and forty items. Data were evaluated using mean, t-test and One-way ANOVA analyses. RESULTS: The mean individual innovativeness score was 63.92±10.061. Based on this score, students had “a low level of individual innovativeness”. Taking the innovativeness categories into account, students were included in the “early majority” category. The individual innovativeness scores of female students (64.36±9.911) were higher than male students (60.59±10.728). According to the students, the greatest barrier to innovativeness was “being unable to access information in an efficient way due to the lack of a foreign language”. The majority of the greatest barriers to innovativeness were found in the institutional category. DISCUSSION AND CONCLUSION: The innovativeness profile level of nursing students was low. It is recommended that nursing faculties revise the educational content in nursing schools in order to increase the students’ innovativeness profiles, and more activities should be designed for this goal. |
5. | The University of Virginia Child/Teen Low Blood Sugar Survey: Turkish Validity and Reliability Study Şükriye Şahin, Çağrı Çövener Özçelik doi: 10.5222/HEAD.2017.198 Pages 198 - 203 GİRİŞ ve AMAÇ: Hipoglisemi tip 1 diyabette en sık karşılaşılan akut semptomdur. Ciddi hipoglisemiler bilinç kaybı, nöbet, koma ya da ölüm gibi yaşamı tehdit eden neticelerle sonuçlanabilmektedir. Bu nedenle tip 1 diyabetli ergenlerde hipoglisemi korkusu gelişebilmekte ve metabolik kontrol olumsuz etkilenebilmektedir. Tip 1 diyabetin yönetiminde hipoglisemi korkusunun değerlendirilmesi oldukça önemlidir. Bu araştırma “Virginia Üniversitesi Çocuk/Ergen Düşük Kan Şekeri Ölçeği”nin Türkçe geçerlilik ve güvenirliliğini test etmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Metadolojik tipteki bu araştırma üç farklı çocuk diyabet polikliniğine rutin kontrolleri için gelen 12-17 yaş arası 250 tip 1 diyabetli ergenle Mart-Haziran 2016 tarihleri arasında yapılmıştır. Ölçeğin geçerlilik güvenirliğini test etmek için dil, kapsam, görünüm, yapı geçerliliği, iç tutarlılık (cronbach’s alpha katsayısı), madde toplam puan ve test tekrar test güvenirliği uygulanmıştır. BULGULAR: Yapı geçerliliği açıklayıcı ve doğrulayıcı faktör analizi ile değerlendirilmiştir. Ölçeğin Türkçe versiyonu, orjinalinde olduğu gibi “davranış” ve “endişe” olmak üzere iki alt boyuttan oluşmuş ve doğrulanmıştır. Ölçeğin cronbach alfa katsayısı 0,843 olarak saptanmıştır. Madde toplam puan korelasyonu 0.19 ile 0.54 arasında değişmektedir. Test-tekrar test korelasyon katsayısı 0.997 olarak saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Virginia Üniversitesi Çocuk/Ergen Düşük Kan Şekeri Ölçeği, tip 1 diyabetli Türk ergenlerinin hipoglisemiye yönelik korkularını belirlemede geçerli ve güvenilir bir araç olarak bulunmuştur. INTRODUCTION: Hypoglycaemia is the most common acute complication of type 1 diabetes. Severe hypoglycaemia can result in life threatening consequences, including loss of consciousness, seizure, accidents, coma, and death. Adolescents with type 1 diabetes may develop a significant fear of hypoglycaemia in the view of hypoglycaemic episodes and the associated risks for harm. It is very important to evaluate the fear of hypoglycaemia in the management of type 1 diabetes. The aim of the study was to examine the psychometric properties of the University of Virginia Child/Teen Low Blood Sugar Survey (C-LBSS) in Turkish adolescents with type 1 diabetes. METHODS: A total sample of 250 adolescents aged 12-17 years with type 1 diabetes who presented at three diabetes policlinics participated in this study from March to July 2016. Content, construct and face validities, internal consistency reliability, item-total correlations and testretest reliability were analysed in order to determine the psychometric properties of the survey. RESULTS: The construct validity was evaluated with explanatory and confirmatory factor analyses. The factor structure of the Turkish version C-LBSS consisted of two subscales and supported the original two structure. Cronbach’s alpha of the C-LBSS was 0.84 and item-total correlations ranged from 0.19 to 0.54. Test-retest correlation coefficient was 0.997. DISCUSSION AND CONCLUSION: The psychometric analyses of the Turkish version of the University of Virginia Child/Teen Low Blood Sugar Survey indicated high reliability and good content and construct validity for measuring hypoglycaemia fear in Turkish adolescents with type 1 diabetes. |
6. | Domestic Violence, Depression and Anxiety During Pregnancy Sevil Sahin, Kevser İlçioğlu, Alaattin Unsal doi: 10.5222/HEAD.2017.204 Pages 204 - 211 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, gebeler arasında aile içi şiddet sıklığının saptanması, ilişkili olduğu düşünülen bazı değişkenlerin incelenmesi, depresyon ve kaygı düzeylerinin değerlendirilmesi amacı ile yapılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma, 15 Ocak – 15 Temmuz 2013 tarihleri arasında Sakarya ili Eğitim ve Araştırma Hastanesinin kadın doğum polikliniğine başvuran gebe kadınlar üzerinde gerçekleştirilen kesitsel tipte bir araştırmadır. Çalışma süresince hastanenin kadın doğum polikiliniğine başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden toplam 817 gebe (%68.1) çalışma gurunu oluşturmuştur. Çalışmanın amacına uygun olarak literatürden faydalanılarak hazırlanan anket form, yüz yüze görüşme yöntemi ile araştırmacılar tarafından dolduruldu. Gebelik süresince aile içi şiddet türlerinden en az 1 tanesine ve en az 1 kez maruz kalanlar, gebelikte şiddet öyküsü var olarak kabul edildi. Depresyon değerlendirmesi için Beck Depresyon Ölçeği, anksiyete düzeyinin değerlendirilmesi için ise Beck Ankiyete Ölçeği kullanıldı. Verilerin analizleri Ki-kare testi ve Mann-Whitney U testi ile yapıldı. İstatistiksel anlamlılık için p≤0.05 kabul edildi. BULGULAR: Çalışma grubunu oluşturanların yaşları 18-41 arasında değişmekte olup, Yaş ortalaması 28.28±4.66 yıl idi. Çalışmamızda gebelerin en sık sözel şiddete (%32.1), en az ise fiziksel şiddete (%1.3) maruz kaldığı bildirildi. Çalışma grubunda öğrenim düzeyi ortaokul ve altında olanlarda, geniş aile yapısına sahip olan gebelerde, eşi ilaç-madde bağımlısı olanlarda, 2 ve daha fazla sayıda evlilik geçirenlerde, ilk evlenme yaşı 22 ve altında olanlarda ve gebelik sayısı 3 ve daha fazla olan gebelerde aile içi şiddet görme sıklığı daha yüksek bulunmuştur (her biri için p<0.05). Gebeler arasında depresyon şüphesi sıklığı %16.8 (n=137) olarak saptandı. Çalışma grubundaki gebelerin BeckAnksiyete Ölçeğinden aldıkları puanlar 0-51 arasında değişmekte olup, ortalama 14.43±10.13 puan idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Gebelikte şiddet anne ve çocuk sağlığını olumsuz yönde etkilemekte, kadında başta depresyon olmak üzere önemli fiziksel ve ruhsal bozukluklara yol açmaktadır. Bu doğrultuda gebe izlemleri sırasında risk gruplarının ortaya çıkarılması, şiddetin önlenebilmesi için gebelerin eşlerine gebelikte ortaya çıkan değişimlerle ilgili bilgi verilmesi önerilmektedir. INTRODUCTION: This study was conducted to determine the frequency of domestic violence among pregnant women, to review some variables that are believed to be associated, and to assess depression and anxiety levels. METHODS: This is a cross-sectional study conducted on the pregnant women who presented at the Sakarya Training and Research Hospital Gynecology Polyclinic between 15 January 2013 and 15 July 2013. The study group comprised a total of 817 pregnant women (68.1%) admitted to the gynecology polyclinic of the hospital and agreed to take part in the study. The questionnaire forms prepared by accessing the literature in line with the study objective were completed by the investigators with a face-to-face interview. The women who suffered from a minimum of one form of domestic violence at least once throughout the pregnancy were regarded as having a history of violence during pregnancy. The Beck Depression Inventory was used to assess depression and the Beck Anxiety Inventory was used to assess anxiety level. Data were analyzed with Chi-square test and Mann-Whitney U test. RESULTS: The age of the women in the study group ranged from 18 to 41 with a mean age of 28.28±4.66 years. In our study, pregnant women reported verbal violence most frequently (32.1%) and physical violence least frequently (1.3%). In the study group, frequency of domestic violence was found to be higher in pregnant women whose education level is secondary school and lower, who have an extended family, whose spouse is drug/substance user, married twice or more, whose first marriage age is 22 or below and whose number of pregnancies is 3 or more (p<0.05 for each). The frequency of suspected depression among pregnant women was determined to be 16.8% (n=137). The scores obtained from the Beck Anxiety Inventory by the pregnant women in the study group ranged from 0 to 51 with a mean score of 14.43±10.13. DISCUSSION AND CONCLUSION: Violence during pregnancy affects maternal and child health negatively and causes important physical and emotional disorders, primarily depression, in women. Accordingly, it is recommended to determine risk groups during pregnancy follow-up and to provide spouses of pregnant women with information on changes that occur during pregnancy in order to prevent violence. |
REVIEW | |
7. | Genetic Advances in Oncology and the Effects on Nursing Roles Şeyma İnciser Paşalak, Memnun Seven doi: 10.5222/HEAD.2017.212 Pages 212 - 217 Uluslararası İnsan Genom Projesi’nin tamamlanmasıyla ivme kazanan genetik alanındaki gelişmeler, sağlık hizmetlerinde yeni fırsatlar sunmakla birlikte, hemşire ve diğer sağlık personeline yeni roller yüklemektedir. Genetik bilimindeki bu ilerleme, özellikle onkoloji alanında çalışan hemşirelerin, genetik gelişmeleri takip ederek klinik uygulamalara temel oluşturacak genetik ve genomik bilgiye sahip olmalarını zorunlu hale getirmiştir. Onkoloji ile genetik biliminin iç içe geçtiği bu noktada, hemşirelerin sağlığı koruma uygulamaları kapsamında atacakları ilk adım kalıtsal kanser gelişimi açısından risk altında olan birey ve aileleri belirlemektir. Bireysel risklere yönelik verilecek eğitim ve danışmalık hizmeti ile bireylerin, hem sağlıklı yaşam biçimi davranışları hem de risk azaltıcı davranış geliştirmelerine olanak sağlanmalıdır. Onkoloji alanında çalışan hemşirelerin uzmanlık gerektiren bu alana ilişkin bilgi ve deneyimin yanı sıra genetik bilgiye sahip olmaları önem taşımaktadır. Kalıtsal kanserler ve bu kanserlerin kalıtım özellikleri hakkında bilgi sahibi olma, kişisel öykü ve aile öyküsü alınması sırasında isk altındaki kişilerin belirlenmesi ve genetik hizmetlerden fayda sağlayacak bireylerin uygun birimlere yönlendirilmesine olanak sağlayacaktır. Bu uygulamalara ek olarak genetik testler, test süreci ve olası sonuçları, risk taşıyan aile üyeleri arasında genetik risk iletişimi ve risk azaltıcı stratejiler konusunda eğitim ve danışmanlık sağlama, onkoloji hemşirelerinin önemli görevlerindendir. Bu derlemede, genetik bilim dalındaki gelişmelerin onkoloji hemşirelerinin rol ve sorumluluklarına etkisi literatür ışığında tartışılacaktır. Developments in genetics, which have gained an exciting momentum with the completion of the International Human Genome Project, are bringing new roles to nurses and other health professionals as well as new opportunities for healthcare delivery. In line with this progress in genetics, it has become compulsory for oncology nurses in particular to gain genetics and genomic knowledge, which provides a basis for clinical practice, by following the developments. At the point of intersection of genetics and oncology, the first step that nurses should take in the context of healthcare practices is to identify individuals and families at risk for hereditary cancer. Individuals should develop both healthy lifestyle behaviors and risk-reducing behaviors by provided education and counselling regarding personal risk. Oncology nurses should have knowledge and experience in genetics as well as oncology. Having knowledge of hereditary cancers and their inheritance patterns will allow identification of individuals at risk while taking personal/family history and directing individuals who may benefit from genetic services to appropriate units. In addition, genetic testing, testing processes and possible results, education and counseling on genetic risk communication and risk reduction strategies to at-risk family members are important tasks of oncology nurses. In this review, the impact of genetic advances on the roles of oncology nurses is discussed in line with the literature. |
8. | Reoperation and Nursing Care Aydanur Aydin, Dilek Çilingir doi: 10.5222/HEAD.2017.218 Pages 218 - 222 Yeniden ameliyat olma (reoperasyon), ameliyata neden olan durumun tekrarlanması ya da komplikasyon nedeniyle hastanın yeniden ameliyata alınmasıdır. Ameliyat olan hastalar, ameliyat sonrası dönemde birçok sorunla karşılaşabilmektedir. Bu dönemde yaşanan sorunlar, hastayı olumsuz etkilemekte ve bazı durumlarda hastanın yeniden ameliyat edilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte, ikinci kez ameliyat olan hastaların mortalite ve gelişebilecek komplikasyon oranları da artmaktadır. Hastanın ikinci kez ameliyat olmasına karar verilmesi sağlık çalışanı yönünden oldukça güç bir durumdur. Bireysel etmenler göz önünde bulundurularak kar-zarar ilişkisinin gözden geçirilmesi karar vermede etkili olmaktadır. Yeniden ameliyat olma riski taşıyan hastaların bulunduğu kliniklerde çalışan cerrahi hemşiresinin, uygulanacak girişimleri erken tespit edilebilmesi için klinik deneyim kazanmış olması gerekmektedir. Bu nedenle, cerrahi hemşiresi hastanın ameliyat öncesi dönemde öyküsünü doğru sorgulamalı, bireysel etmenleri değerlendirmeli, etkili hemşirelik bakımı uygulayarak yaşanan sorunların azaltılmasında ve komplikasyon yönetiminde etkin olmalıdır. Ayrıca ikinci kez ameliyat olan bireyin ameliyat sonrası taburculuğunun planlanmasında, cerrahi hemşiresinin riskleri bilmesi ve önlem alınacak durumları bireye iletmesi kaliteli iyileşmenin gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır. Reoperation refers to a patient re-undertaking an operation due to the reoccurrence of the condition or to correct the complications of a previous operation. Patients who have an operation may face many problems during the post-surgery period. Problems seen during this period may affect patients negatively and require reoperation in some cases. However, the rate of mortality and possible complications increases among those having an operation for the second time. It is a very difficult situation for the healthcare worker to make the decision for a second operation. In addition to individual factors, reviewing profit and loss balance may be influential upon this decision. It is necessary that surgical nurses working at clinics where patients with reoperation risk stay should have clinical experience so that they can determine the interventions early. Therefore, surgical nurses should thoroughly ask patients about history in pre-surgery period, assess individual factors, and be effective in reducing problems and in complication management by administering effective nursing care. This will contribute to the successful planning of post-operation discharge of the patients. Surgical nurses must know the risks and communicate which measures are to be taken in order to achieve a high-quality recovery. |
9. | Evidence-Based Practices for Mucositis Ezgi Mutluay Yayla doi: 10.5222/HEAD.2017.223 Pages 223 - 227 Mukozit, oral ve/veya gastrointestinal sistemin enflamatuvar ve/veya ülserli lezyonları olarak tanımlanmaktadır. Hastanede yatış süresini, enfeksiyon riskini, total parenteral beslenme ve opioid analjezik kullanım gereksinimini artırır ve hastanın yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Mukozitin önlenmesi ve tedavisi için geliştirilen kanıta dayalı rehberlerin klinik alanda kullanımı son derece önemlidir. Hemşireler mukozit yönetiminde kanıta dayalı klinik uygulama rehberlerini uygulama ve değerlendirmede önemli role sahiptirler. Mucositis is the inflammation and ulceration of the mucous membranes in the oral and/or gastrointestinal tracts. Mucositis can increase the length of hospital stays, the risk of infection, and the need for total parenteral nutrition and opioid analgesics, which can all affect a patient’s quality of life negatively. The use of evidence-based guidelines developed for prevention and treatment of mucositis is extremely important in clinical areas. Nurses play a significant role in implementing and evaluating evidence-based practice guidelines for managing mucositis. |
10. | Swanson’s Theory of Caring in the Care of Miscarriage Pelin Palas Karaca, Ümran Yeşiltepe Oskay doi: 10.5222/HEAD.2017.228 Pages 228 - 232 Hemşirelik modelleri hemşirelik uygulamalarını sistematize ederek, bireye bütüncül bir bakım sağlamaktadır. Aynı zamanda modeller hemşirenin bireye bakım sağlarken, hemşirenin düşünmesine yardımcı olmaktadır. Swanson Bakım Kuramı birey ve hemşire arasında ilişki kurarak, bireyin aldığı bakımla birlikte bireyde iyileşme sürecinin hızlanmasına, hemşirenin bireyin yaşadığı zorlukları anlamasına, bireyin yaşadığı acı olayı atlatmasına ve geleceğe yönelik kendine olan güveninin artmasına yardımcı olmaktadır. Bununla birlikte bireyin ailesi ve ekip üyeleri ile nasıl ilişki kuracağı ve nasıl bakım yapacağını belirterek hemşirelere rehber olmaktadır. Kuramın beş basamağı olan bilmek, birlikte olmak, gereksinimleri karşılamak, güçlendirmek ve inancını sürdürmek birey merkezli bakım sağlamaktadır. Swanson Bakım Kuramına dayalı hemşirelik bakımı, düşük yapan kadınların iyilik halinin kazandırılmasına yardımcı olmaktadır. Swanson Bakım Kuramı düşük yapan kadınlara katkı sağlayan bir kuram olması nedeniyle, bu derlemede kurama ilişkin bilgilerin paylaşılması amaçlanmıştır. Nursing models offer holistic care for individuals by systematizing nursing practices. Additionally, these models not only plan care for the individuals but also help nurses think. By building a bridge between the individual and nurse, Swanson’s Theory of Caring contributes to speeding up the individual’s healing process, understanding the hardships through which individual has gone, getting over the tragic events that individual has experienced, and building the individual’s confidence for future. In addition to them, it also guides nurses by mentioning how to contact individual’s family and team members and how to deal with the caring process. The five processes of the theory¬¬–knowing, being with, doing for, enabling, and maintaining belief¬¬–provide individualoriented care. Nursing care based on Swanson’s Theory of Caring helps women with miscarriages regain their general well-being faster. Due to the fact that Swanson’s Theory of Caring has contributed to women with miscarriages, this compilation is intended to provide information that is related to the theory. |
11. | Time for Nurses to Make the Move: From Evidence Based Practice to Care Bundle Bahar Candaş, Ayla Gürsoy doi: 10.5222/HEAD.2017.233 Pages 233 - 238 Bakım paketi her biri tek tek uygulandığında hasta sonuçlarını olumlu etkileyen girişimlerin birlikte uygulanması olarak tanımlanmaktadır. Sağlık Bakımı İyileştirme Enstitüsü tarafından 2001 yılında başlatılan bakım paketi kavramını oluşturan girişimlerin tamamı kanıta dayalı uygulamalardır. Bakım paketi kullanımı hasta, kurum ve sağlık profesyonelleri için olumlu sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Multidisipliner yaklaşım, ekip çalışması ve iletişim bakım paketinin temel ögesidir. Hemşireler bu multidisipliner yaklaşımda hastalara bakım veren primer sağlık çalışanı olmaları nedeni ile bakım paketinin uygulanmasında önemli role sahiptirler. Bu makalenin amacı bakım paketi tanımını açıklamak ve hemşirelikte bakımında ki yerini anlatmaktır. Care bundle is defined as the implementation of interventions together that when each one of them are executed individually, the patient outcomes are affected positively. All of the interventions that constituted the concept of the care bundle, which were initiated by the Institute for Healthcare Improvement in 2001, are in accordance with evidence-based practice. Using a care bundle reveals positive results for the patient, institute and healthcare professionals. A multidisciplinary approach, good team work and communication are the key elements of the care bundle. Nurses play important roles in the successful implementation of a care bundle in this multidisciplinary approach because they are the prime healthcare practitioners in the care of patients. The aim of this article is to explain a care bundle in nursing and its role in patient care. |
Copyright © 2024 Journal of Education and Research in Nursing